Beliniz çok ağrıyor… Akrabalar, arkadaşlar, tanıdıklar devreye girer, çünkü bunların bir kısmı ya bu ağrıyı çekmiştir veya çekmiş olanı tanıyordur. Mutlaka tavsiyeler başlar. “Kaynımda da oldu – Cem Yılmaz”; “Şuradaki duvarda bir telefon numarası yazıyor, hemen ara, bu adam çok çabuk iyileştiriyormuş.”; “Boşver o ilacı, Ayşe Teyze bir ilaç içti, süpermiş”. Sonra “Dr. Google ne diyor” merakı başlar. Karıştı mı kafanız? “Artık bir doktora gideyim”. Burada bir kararsızlık daha. İyi hastane – daha az iyi hastane, ucuz hastane – pahalı hastane, artık sigorta ne karşılıyorsa… Birini seçtiniz ve gittiniz. Sonuç; ilaç, fizik tedavi, durum daha da ciddiyse ameliyat. Başka bir doktora gitme opsiyonu da verdim hadi. Sizin duymak istediklerinizi söyleyen bir doktor… Sonrası yine karışık. Doktorun (ya da gittiğiniz diğer doktorun) söylediğini mi yapacaksınız, yoksa tanıdıklarınızın ki mi? Kime güveneceksiniz? İyi de, doktorun size söylediğini yapmayacaksanız, neden zaman ve para harcadınız?!?
Aslında bizler de (danışmanlar…) kuruluşların sağlıklı, iyi, kaliteli bir biçimde yaşaması için çabalayan doktorlarız. Şimdi bir düşünün, kuruluşunuzda bazı sorunlar var veya daha iyisini istediniz. Ne yaparsınız? Bir daha düşünün lütfen, göreceksiniz ki yukarıda yazdıklarım aynen geçerli ki, sizleri kızdırmamak için (“linç edilmemek için” de olabilir) hem kelimelerimi dikkatle seçtim, hem de bazı hain detayları vermedim.
Bize başvuran şirketler genelde 2 sınıfa ayrılır. Birincisi ne istediğini tam olarak bilen şirketler, ikincisi ise tavsiye, zorunluluk, özenme veya benzer nedenlerle gelen ve çoğu zaman tam olarak ne istediklerini bilmeyen şirketler. Ne istediklerini bilen şirketlerde sorun yok, iş hızlı yürür, bizim işimiz planlama, sıraya sokma (değişim yeteneğini algıladıktan sonra), kolayca adapte edilen ek projeler (ihtiyaca göre) ve işi bitirme. Hele bir de Genel Müdür biraz deli ve hırslı ise, işimiz rahattır. Bu şirketler, seçer, güvenir ve paradan kaçınmazlar. Ne istediklerini tam olarak bilmeyen şirketler ise ilk tanışmada kendilerini belli ederler. Onlara tanışma toplantısı sonunda “benden ne istiyorsunuz?” diye sorarım. Genelde patrondan, “tıkır tıkır işleyen bir şirket” veya “artık emekli olmak istiyorum, gözümü arkada bırakmayacak bir şirket” vb. gibi yanıtlar alırım. Bu neye benzer bilir misiniz? Sigarayı bırakmak zorundasınız ama istemiyorsunuz. İş uzar gider, moral bozuklukları başlar, aslında farkındasınız ama olsun, şimdilik günde sadece 5 tane… Yılbaşında kesin bırakıyorsunuzdur… Aynı hikaye…
Başvuran şirketler arasında, yukarıdakilerin dışında bir de daha önceki danışmandan (doktordan) memnun olmayanlar vardır. Çünkü onlara göre teşhis doğru konmamış, tedavi iyi yapılamamıştır.
Kısacası yeni bir doktordan medet uman hastalar… Benim için en ızdıraplısı bunlardır. Siz birşeyi olması gerektiği gibi başardığınız anda karşılaştırmaya kalkarlar. Meslektaşınızı mı kötüleyeceksiniz? Onun da mutlaka haklı nedenleri vardır. En son olarak bir kuruluşta Genel Müdür “Süreç Yönetim Sistemi” çalışmaları bitince bana: “Hocam sizden önceki Hoca ile 2 yıl harcadık ama bu aşamaya gelememiştik” dedi. Ben de onlara şu meşhur zeytin hikayesini anlattım (Adam zeytin tabağından zeytin almaya çalışmış, çalışmış ama başaramamış. Diğeri çatalı ilk batırışında almış. Daha önce zeytini alamayan “ben yordum onu” demiş). Ne diyeyim? Meslektaşım, yaptığı değerli çalışma ile benim işi kolaylaştırmış aslında…
Sınıflandırmada diğer bir grup: bize başvurmayanlar. “Hocam, çatıda delik var ve ben altına kova koyuyorum. Size nasıl para ayırayım?” Haklılar…. Ama yapmak zorunda oldukları bazı şeyler de var. Tabi hemen daha hesaplı bir yöntem her zaman mevcut: Eğitim… Ya bir veya birkaç kişi dış eğitime gönderilir ya da bir eğitimci kuruluşa gelir. İlk dersimi üniversitede 1978 yılında verdim. 42 yıllık eğitimciyim. Sakın eğitimi küçümsediğimi zannetmeyin. Ama eğitimle öğrenimi ne yazık ki birbirinden çok farklı. Her zaman verdiğim örnek… İletişim eğitimi aldınız 2 gün, iyi iletişimci mi oldunuz? Eğitimde oyunlar oynanır, bir takım materyaller verilir elinize, bunları 2 gün kullanırsınız, eğlencelidir, birbirinize gösterirsiniz (yine birileri bana çok fena kızacak). Eee, peki sonra ?
Eğitim dışında bir de bazı çalışanlara “haydi literatürden bak, öğren de uygulayalım” deme olayı var. Dikkat edin yine eleştirmiyorum. Mutlaka haklı nedenleri vardır. Eğitime de para vermek istemeyen veya veremeyen kuruluşlar bunlar. Okuyarak elde edilen bilgileri uygulamaya kalkanlar (ben bunlara Dr. Google’cular adını verdim, çünkü benziyorlar). Tekrar ediyorum eğitim başka öğrenme başka.
Hangi kuruluşta iş yapıyorsak verdiğimiz kararlar veya yanıtlar hem hızlı hem de doğru olmak zorunda. Bu da bilgi dışında deneyimi gerektiriyor. Her ikisinin de var olduğu durumda, önerilerimize (tedavi) karşı yine de kendi bildiğini okuyan şirketlere şunu sorarım. “Bana neden ihtiyacınız var? Bana neden para ödüyorsunuz?”
Yazıda kendinizi herhangi bir yerde bulabildiniz mi ?
Devam edecek…..